Başkent Kopenhag’a iner inmez ilk dikkatimizi çeken şey ulaşımın rahatlığı ve kolaylığı. Havalimanından kente giderken, merkezi gezerken bunun tadını çıkarıyoruz. Ayrıca Kopenhag Kart alınca ulaşımın yanısıra müze girişlerini de daha ucuza getiriyoruz. Ben metro ve otobüsü de kullandım ama neredeyse şehrin her yerini yürüyerek dolaştım.
Magstraede Sokağı
Kopenhag dünyanın en bisiklet dostu şehirlerinden biri. Arabadan çok bisiklet trafiği var. İki tekerin kenti olarak anılmak hoşlarına gidiyor. Bisiklet bir ulaşım aracından çok, kültür ve yaşam tarzı haline gelmiş. Bazılarının ön tarafında kutu gibi bir şey var. Bunlara kargo bisiklet deniyor. Kimi çocuğunu koymuş içine, kimi köpeğini. Öyle tatlılar ki, otur tüm gün izle. İnsanın Kopenhag’da çocuk olası geliyor.
İçtiğim en pahalı su
Peki, Danimarka pahalı mı? Hepimizde İskandinav ülkelerinin pahalı olduğuna dair bir algı var. Bu ne yazık ki gerçek ama yemek ve konaklama konusunda ekonomik alternatifler bulmak mümkün. Markete girip aldığım suya Türk parasıyla 87 lira verdim. Ardından fark ettim ki hayatımın en pahalı suyunu içmişim. Sonra o şişeye her bulduğum çeşmeden su doldurdum. Kopenhag’da çeşmelerden akan su içiliyor, aklınızda bulunsun.
Şehirde gezdiğim ilk nokta Nyhavn oldu. Kopenhag fotoğraflarında illaki karşınıza çıkmıştır. Kanal boyunca renk renk evlerin sıralandığı, çizgi film gibi bir yer. Fotoğraflarını çekmekten asla sıkılmıyorsunuz. Nyhavn, eskiden ticaret amaçlı kullanılan bir limanmış. Çocukluğumuzun efsanelerinden masalcı Andersen’in yaşadığı ev burada. Sanırım ‘Andersen’den Masallar’ı duymayan yoktur.
Louisiana Modern Sanat Müzesi
Şehrin simgelerinden biri de ‘The Little Mermaid’. Carslberg’in sahibi Carl Jacobsen’in Kopenhag’a armağanı. Carl, Andersen’in aynı adlı masalından uyarlanmış bir bale gösterisini izleyip denizkızı karakterine âşık olmuş. Bunun sonucunda da o meşhur denizkızı heykeli ortaya çıkmış. Şehirde gezilecek çok sayıda müze var. Danimarka çıkışlı birçok sanatçının eserlerinin sergilendiği Ny Carlsberg Glyptotek, Vikinglerden günümüze Danimarka tarihini anlatan Ulusal Müze, şehrin popülerlerinden Louisiana Modern Sanat Müzesi en önemlileri. Müzelerden sonraki durağım Tivoli Bahçeleri’ydi. İçinde kafeler, oyuncakçılar, dönmedolap var. Yaz aylarında yolunuz düşerse keyifli zaman geçirebilirsiniz.
Gelelim doyasıya turladığım Kopenhag’ın ara sokaklarına… Bir sokağa girip hayran hayran bu fotoğraf karesinden fırlamış gibi görüntülere bakıyorsunuz, sonra köşeyi dönüp bir başka sokağa girdiğinizde daha da güzelleri çıkıyor karşınıza. En çok fotoğraflanan sokağın adı, Magstraede.
Özgür bölge Christiania
Şehirde görmek için en çok heyecan duyduğum yerlerden biri özgür bölge diye adlandırılan Christiania’ydı (Freetown Christiania). Sırf bu bölgeyi deneyimlemek için bile yolunuzu düşürebilirsiniz Kopenhag’a. Christiania Kopenhag’ın özerk bölgesi. Lon diye adlandırdıkları kendi para birimleri ve kendi bayrakları bile var.
Burada araba göremezsiniz çünkü yasak; silah kullanımı ve şiddet zaten yasak. Ana girişinde ‘Avrupa Birliği’nden çıkıyorsunuz’ yazısı karşılıyor ziyaretçileri.
Amaç kirlilikten arınmak
Hikâyesi oldukça ilginç. 1971’de bir grup sanatçı ve hippinin terk edilmiş bir bölgeyi işgal etmesiyle başlıyor her şey. Bu grup Avrupa Birliği’nin kurallarını tamamen reddetmiş ve kendi kurallarını koymuş. Amaçları ruhsal ve fiziksel kirlilikten arınıp uzaklaşmak. Christiania’nın yerlileriyle hükümet arasında yıllarca kavgalar yaşanmış. Ancak Christiania halkının davasından vazgeçmemeleri sonucunda Temmuz 2012’de durum resmiyete kavuşmuş ve kuruluşu ilan edilmiş.
Yaşam alanlarıyla beraber kafelerin, restoranların, galerilerin olduğu bir yere çevirmişler ve ara ara konserler ve çeşitli etkinlikler düzenleniyor.
Özgür bölge Christiania’nın sokaklarında bir yandan şaşkınlık ve merakla dolaşıp insanları gözlemlerken, bir yandan da elimi kolumu sallayarak fotoğraf ve video çektim. Son karemi bir yerlinin beni uyarmasından hemen önce çekmiş oldum. Meğer fotoğraf çekmek yasakmış. Giderseniz bu uyarıyı dikkate alın.
Smorrebrod
Sokak yemekleri çok lezzetli
Dünya çapında ün salmış restoranları var. Mesela Noma… Tam dört kez dünyanın en iyi restoranı seçilmiş. 2 Michelin yıldızlı. Çok önceden rezervasyon yapmanız gerekli.
Sokak büfelerindeki sosisli sandviçler çok lezzetli. Meşhur atıştırmalıklarından açık sandviç benzeri bir yiyecek olan smorrebrod’u çok sevdim. Çoğunlukla ekmek üzerine et, peynir, balık gibi bir protein ve garnitürler koyarak yapılıyor.
Güne güzel bir kahvaltıyla başlamak isterseniz adresiniz Mad&Kaffe olabilir.
Ben Avrupa’da dönerleri lezzetli buluyorum. Özellikle Almanya’da artık Türkiye’dekilerden bile güzeli yapılıyor. Bir akşam yemeğimi Kebabistan’a ayırdım. Kebabistan ‘Where Chefs Eat’ kitabındaki Kopenhag bölümünde şefler tarafından önerilmiş bir dönerci. Döneri çok lezzetliydi.
Akşam turistik olmayan bir mekânda bir şeyler içmek isterseniz Mikkeler&Friends’e uğrayın. Sıcak ve samimi ortamı çok güzel. Dünyanın en iyi barlarından seçilen Ruby’nin kokteylleriyle de gecenizi sonlandırabilirsiniz.