Bosna Savaşı… 1992’de başlayan, 3 yıl boyunca kan ve gözyaşı ile devam eden süreç, insanlık tarihinin en karanlık, en yürek burkan sayfalarını oluşturdu.
Yugoslavya’nın dağılma sürecinde yaşananların acısı daha dün gibi tazeyken, son olarak Sırp lider Milorad Dodik’in 3 Kasım’da verdiği “Sırp Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ilanı” mesajı ve 7 AB Üyesinin “Sırpların bağımsızlığını desteklediği” gibi çıkışları, ülkede Dayton Anlaşması’nın sonunun geldiğini ve yeni savaş ihtimalini öngören yorumları arttırdı. Sırp askerlerinin kendi ordularını kurmaya hazırlandıkları iddiaları da ülkedeki Müslüman kamuoyunda büyük endişe yarattı. Oysa halk yüzyıllarca iç içe barış içinde yaşamıştı. Arada bir sınır, bir çit olmaksızın birbirleriyle aileler kurarak, ticaret yaparak mutluluğu da kederi de bir dilim ekmek gibi paylaşmışlardı. Dinleri, inançları farklı olsa da aynı topraktan beslenmenin, aynı ırmaktan su içmenin hoşgörüsü ile herkes huzur içindeydi.
İşte bu barış içindeki coğrafya, yine “ayrılık” gerekçesiyle daha dün gibi taze acılara sahne olmuştu. Koruma garantisiyle silahları ellerinden alınan koca bir halk, gözünü kan bürüyen namluların ucunda hunharca katledilmişti.
Şehrin hemen her noktasında, her biri başka birer acının simgesi gibi anıtlar çıkıyor karşımıza. Tıpkı çatışmaların başladığı 1992 yılında yaşanan ilk acıyı simgeleyen bu köprü gibi. İlk kurşun bu iki gence geliyor. Biri Boşnak Suada Dilberoviç, diğeri de Sırp Olga Suçiç. O yüzden bu köprünün adı Suada Olga Köprüsü. Ve o dramatik sahnelerin ilk yaşandığı yer işte burası…
3 yıl boyunca yaşanan çatışmaların şiddeti, bugün şehirdeki birçok binanın dış cephesinden okunabiliyor. Saraybosna’da gezdiğiniz zaman binalardaki kurşun izlerini görmeniz mümkün. Bakın karşımızdaki binada onları fazlasıyla görebiliyorsunuz.
Takvim yaprakları 11 temmuz 1995’i gösterdiğinde ise insanlık tarihinin en kara günlerinden biri yaşanacaktı. 11 Temmuz 1995’te Srebrenitsa’ya giren Sırp askerler, kamyonlarla taşıdığı binlerce Müslüman Boşnağı, genç-yaşlı ya da kadın-çocuk ayrımı yapmaksızın gözlerini kırpmadan katletti.
Beş gün süren katliamlarda öldürülen 8 bin 372 Müslüman Boşnağın cesetleri, kimliklerinin teşhis edilememesi için parçalandıktan sonra şimdilik 64 tanesi tespit edilen toplu mezarlara gömüldü. O günlerden geriye işte bu acı ve gözyaşı dolu görüntülerin yanı sıra, toplu mezarlardan çıkarılıp ebedi istirahatgahlarına taşınan binlerce masum insanın sevenlerine bıraktıkları hatıraları kaldı. Şimdi ise aynı topraklarda; üstelik yaşananlardan hiç ders çıkarılmamışçasına dillendirilen “ayrılık” sözleri, doğal olarak taze yaralara ekilen tuz misali tedirginlikle karşılanıyor.
Gelelim işin özüne; yani büyük resmi görmeye. O yüzden zaten tepeye çıktık ve Saraybosna’yı size yukarıdan göstermek istedik. 92 ile 95 arasında yaşanan Bosna Savaşı’nda 100 binden fazla insan öldürülürken, sadece 10 bin tanesi işte burada; Saraybosna’da hayatını kaybetti. Peki, aslında mümkün olan ne? Aslında mümkün olan şu andaki yaşamın ta kendisi. Hem cami, hem Katoliklerin Katedrali hem de Ortodoksların kilisesi aynı cadde üzerinde konuşlanmışsa ve burada yaşam bütün dini farklılıklara, bütün kültürel farklılıklara rağmen devam edebiliyorsa, işte bu barışın da bu birlikteliğin de sürmesi lazım.